Doğru bir zamanlama ile Londra'ya gitmeyi seçmem, dünyanın çeşitli ülkelerinin insanlarıyla Londra’da buluşmam çok kolay olmuştu. Bu benim için vizyonel bir kişisel gelişim başlangıcı olmuştur.Dilimin yeterliliğine inandığımda, yavaş yavaş hayatımın ilk tatili olan, Avrupa tatil planını hazırladım ve otobüsle en populer 7-8 ülkeyi dolaştım...Gezi demek fotoğraf demek, görselleri belgelemek , anıları hafızada tutmak ,detayları görebilmek , farkındalık ve onları ölümsüzleştirmektir.Bu gezi sürecinde fotoğraf çekmenin ilk tohumlarını atmış ve keyfine varmıştım. Bundan sonraki hayatımın vazgeçilmezi ve amatör olarak uğraşımın bir parçası olmuştur.Fotoğraf ve eğitimim olan Fiziğin bir bütün olduğunu düşünürsek kendi açımdan; bana düşünmeyi, görmeyi ve yazmayı kazandırmıştır... Yaklaşık gezmiş olduğum 30 veya daha fazla ülkenin kültürünü ve detaylarını fotoğraflayarak hayatımın yeni bir dönemini aralamıştım...Bundan sonraki yaşamımda tüm bu tecrübelerimi harmanlayıp, dünyayı keşfetmeye ,tanımaya ve vizörden bakmaya devam edip, hayal ettiğim; hedeflediğim kitabımı yazmak olacaktır..
23 Mayıs 2016 Pazartesi
22 Mayıs 2016 Pazar
GEÇMİŞ ZAMAN OLURKİ...
05.04.2016
GEÇMİŞ ZAMAN
OLURKİ...
Geçmişe bir
yolculuk yapalım...
En son ne
zaman keyifli bir yemek yedik, ne zaman kahkaha attık, temiz hava soluduk,
kırlarda koştuk, sahip olduklarımızla yetindik ve daha fazlasını
istemedik...Değerlerimiz, geleneklerimiz ve küçük mutluluklarımız ..ve neleri
hızlıca tükettik..yüzlerce soru sorabiliriz kendimize..Kendi çocukluk dönemim olan 1970-1980 döneminden; kısaca yaşadıklarımdan bahsetmek istiyorum..
Teknoloji; beni hem çok heyecanlandırıyor , hemde çok
hızlı tüketildiğinde beni ürküten bir
kavram...
Babam; teknolojiyi takip etmeyi ve herzaman yeni
çıkan ilk elektronik eşyayı hemen almayı çok severdi...Bu anlamda teknolojiyi
çocukluğumda iyi takip ettiğimi düşünüyorum.
Eve ilk
radyonun geldiği günü hatırlarım.Bal rengi, çok güzel bir dış ahşap kutusu
vardı.
Akşam
ajanslarını dinlemek için aile büyükleri evin salonunda buluşur, sessizlik
olsun diye bizleride odaya gönderip , ajans sonrasında hararetli memleket
meseleleri tartışılırdı.
Ben ve
ablamlar; tiyatro tadında , skeçleri, piyesleri ve oyunları arkası yarın programında
takip ederdik..heyecanla ertesi günün gelmesini bekler, bazen aramızda yorumlar
yapardık..Oyunları seslendirenlerin ses tonu ve diksiyonları ne kadar şahane ve
ne kadar sanatları takdire değerdi..
Sonra pop
müzik ve yabancı müzik ile yine radyoda tanışmıştık.
Aynı zamanda
evde pikap ve plaklarımız vardı.Hatırladıklarım; Beyaz kelebekler, Ajda Pekkan
ve yabancı plaklar.Yeşil halılı odamızda
plak çalıp ablamların dansını ettiği anları hala hatırlarım...
Sonra babam
ilk siyah beyaz televizonumuzu aldı.İlk önce
Rus kanallarında buz patenini
izlerdik.
Nerdeyse
Rusça'yı ailece sökmüştük.
Sonra TRT
paket programı başladı.İlk türk televizyonu idi.Çok mutlu olmuştuk.Çocuk programları,
açık oturumlar, ve diziler hepsi çok
kaliteli ve damak tadındaydı.Erovizyon şarki yarışması; evde büyük bir keyifle kuruyemişler , çaylar
eşliğinde izlenirdi..
Kırmızı
bayrağımız altında dalgalanan Anıtkabir
ve Atatürk imgesi ile istiklal marşlı kapanış milli
değerlerimiz anlamında anlam
yüklüydü.Sonra koşa koşa yatağa giderdik.
Benim
çocukluğumda ne okul servisi vardı nede çeteler..
Okullar; eve
çokda yakın olmayabiliyordu.Okulumuza
hep yürüyerek giderdik. Ailemlerin
beni okula götürdüğünü hiç
hatırlamam.Güvenlik gibi bir sorun
yoktu.
Çocuklarla sokaklarda geç saatlere kadar çok güvenl bir
şekilde oyun oynardık.Sokak oyunlarımız olarak, saklambaç, top oyunları-istop,
kiremit oyunlar, ip atlardık, ve ipleri gerip kibrit kutusu ile telefonculuk oynardık,
ve taş oyunları.İlkokulda bez bebeklerimi kendim dikerdim.Dışardan hiç oyuncağım
olmamıştır.Ama barbi bebeklerden çok daha anlamlı idi.Mısır püsküllerinden
bebeğime saç yapardım.
Bayramlar
ayrı bir lezzetti.Bayram öncesi mutlaka yeni elbise dikilir, varsa ihtiyaç
pabuçlar alınıp; bayram sabahı en güzel kıyafetlerimizi giyip, aile
büyüklerinin elini öper, bayramı doyasıya yaşardık.
Milli
bayramlarda, mutlaka okul etkinliğinde roller alır, ailelerimiz gösterileri
büyük keyifle izlerlerdi.
Tüm halk
panayır havasında o gösteriler için köylerden , mahallerden merkeze gelirlerdi..
Ramazanlarda
ayrı keyifti..Tüm aile yemek saatinde buluşur, sahura kalkmak için anneme bin
bir laf dökerdim..ikna etmeye çalışırdım.Gece yenilen baklavalar uyku arasında
ne kadar çok lezzetliydi..
Köyde ilk
zamanlar elektriğimiz yoktu.Köydede kocaman kütüphanemiz vardı.
Dersten önce
kitap okumak biraz yasak olsada gaz lambası ışıgında yatağın içinde ders kitabının içinde kitap
okumak herhalde hiç birzaman o kadar keyif alabildiğimiz bir an yoktur..
O zamanlar
köyümüzde çay , sebze , meyveler yetiştirirdik.Salatalığın domatesin kokusu,
kirazın tadı hala damağımdadır.Sonra maalesef beyaz zehir ile tanıştırıldı ve
tüm bitkiler amerikan gübreleri ile kimyasallaştırıldı, sonrasında dahada ileri
gidilerek genleri ile oynandı...
Bugüne
baktığımızda; akıllı telefonlar, tabletler, çocukların sahip olduğu ve 1 sn
bile mutlu olamadığı binlerce barbi bebekler..oyuncaklar.. ucuz çin kiyafetler,
oyuncaklar..gdo’lu gıdalar, kesilen ağaçlar, ..üzerimize kusan binalar,
çıldırtan trafik...Hepsi sanki evreni ve insanlığı yok etmek için anlaşmış bir
düzen..
Kısaca
çocukluğumda bahsettiğim küçük mutluluklar gibi görünsede onlar bence gerçek
mutluluk ve lezzetlerdi.. .
Biz bunları
çok hızla tükettik...
Dünya ,bizler
bu değerlerimizi, tükettiklerimizin farkına geç de olsa varmaya başladık.. Hiç birşeyden
mutlu olamadığımızı geçde olsa anlamaya başladık...Bunu farkettiğimiz an, geri
dönüşün başlangıcıdır..
Ben ümidimi kaybetmek istemiyorum , tekrar geçmiş zamana
dönüp ;eski değerlere dönüş yolculuğu başlayacaktırr...
Songül Ümit Koşar05.04.2016
KÜBA'nın EMEKÇİ KADINLARI ( Las trabajadoras de Cuba)
2011 Yılının mart ayında Küba'ya gitmiştim.Tamda 8 Mart Kadınlar gününe ne güzel denk gelmişti.
Tüm Kübâ'nın emekçi kadınları bizi evlerine davet ettiler, kadınlar günümüzü kutlamışlardı.Biraz ispanyolcam olduğu için onları anlamak zor olmamıştı benim için...Çiftçisinden, piyano sanatçısında , saat tamircisine kadar..Onlar Che Guavera'nin askerleriydi..:))Harika bir Küba gezisiydi..
AŞK HER YAŞTA
Kars gezimden..Çok sevdiğim karelerden biridir..Soba, çinko çaydanlık ve ne güzel bakıyorlar böyle....
21 Mayıs 2016 Cumartesi
MUTLULUK HERYERDE
03.05.2016
MUTLULUK HERYERDE
Uzun zamandır hayatımı nasıl sadeleştirebilirim ve nasıl mutlu olabilirim üzerinde düşünüyorum. Stresli bir iş temposunda çalışıyorum.Aldığım ücret ile aynı oranda harcama yapabiliyorum.
Kazanıyorum ve harcıyorum.İyi bir tüketiciyim. Nasıl yaşadığım değil nasıl harcadığımın önemli olduğu bir toplumun parçası olduğunu farkettim. Farkında olmadan sistemin bana dikte ettiği ,İhtiyacım olmayan şeyleride alma alışkanlığından dolayı mutsuz olduğumu farkettim.
Ben artık uyanıyorum ve bu kapitalist sistemin destekçisi, parçası olmak istemiyorum.
Sizce mutluluk aşağıdaki tanımlar olabilirmi;
• Pahalı otomobiller • Odalarını kullanmadığınız kocaman evler
• Hiç izlemediğiniz dev ekran televizyon
• Pahalı marka ayakkabi , çanta, saatler..
• Çoğunu kullanmadığınız yemek takımları, kadehler..
• Yılda bazen 1 hafta kullandığınız yazlık ev
• Kütüphanenizde okumadığınız için tozlanan kitaplar
• Dostluğundan faydalanamadığınız gereksiz arkadaşlar, ortamlar
İşte tam bu noktada; sizi sahip olduğunuz varlıkların envanterini çıkarmanızı davet ediyorum. Belkide ,şuanda evinizde kaç çift ayakkabınız var diye sizlere sorsam, birçoğunuz veya tamamınız cevap veremeyecektir. Bende gerçekten bilmiyorum.Şöyle bir matematik hesabı yapalım; Her yıl 4 çift ayyakkabı alsak 10 yılda 40 çift ayakkabı yapar.. Bu hesap en mütevazi hesaptır.. Ben biliyorumki biz daha çoğunu almayı çok seviyoruz.Yapılan ucuzluklarla bilinç altı körüklenen alışveriş çılgınlığı ile, al kenara koy, sonra lazım olur ve kullanırsın mantığı İle..Sınırsız kredikartı kullanığım özgürlüğü ile.. Çoğu zaman o sonra kullanırım olayı hiç olamıyor ve üzerine gelen odalar dolusu gardropta etiketi üzerinde kıyafetler tozdan eskiyor..Onunda bir raf ömür vardır, bunu unutmayalım. Ne zamanki kendi varlıklarımın listesini çıkardım, o zaman gerçeklerin farkına vardım. O zaman sahip olduklarımın BANA SAHİP OLDUĞUNU anlıyorum. Önce paramız, sonra değerlerimiz sonrada ruhumuzun tüketildiğini ve kullanıldığımızı farkediyorum.
Avucumu açıp özgür olmak istiyorum.
Maymunun yapamadığını ben yapmak istiyorum.
Örneği incelersek;
Avcılar maymuna bir tuzak hazırlıyor.Hindistan cevizini oyuyor ve içine tatlı bir yiyecek koyuyor.Ancak yarıktan el açıkken girebiliyor ve çıkabiliyor.Oysaki yiyeceği çıkarmak için eli yumruk yapmak gerekiyor.Yumruk el yarıktan çıkamıyor.Tabiki maymun yiyeceği çıkarmak içini elini yumruk yaptığı için avcıların tuzağına düşüyor ve çılgına dönüyor tabiki. Maymun arzu, açgözlülük ve bağımlığın esiri oluyor. Bağımlı olduğumuz şeylerden kurtulalım ve kendimizi serbest bırakalım.
Bana göre mutluluk ise;
• Pahalı bir çanta yerine spor salonu üyeliği bizi daha mutlu edebilir
• Ağaçların altında yürümek
• Çimlerin üzerinde uzanmak, kitap okumak, Oksjieni doyasıya içine çekmek
• Pahalı araba satın almak yerine seyahatler satın almak
• Dünyayı sırt çantası ile dolaşmak
• Farklı kültürleri yaşamak
• Bilmediğiniz ortamları keşfetmek
• Bazen mutluluk ufacık bir karavanada yaşamaktır
• İşe bisikletle gitmektir
• Sokaktaki insanlara gülümsemek ve selam vermektir
• Pahalı bir ruj yerine sinema ve tiyatroya gitmektir
• Konserlere gidip müziğin gıdasını almaktır
• Okuduğun veya raftaki tozlanan kitaplarını paylaşmaktır
• 72 Parça yemek takımı yerine 4 tabak 4 bardakla yetinmektir
• Elimizdeki eşyalarımızı yoksul ve ihtiyacı olan kişilerle paylaşıp onların mutluluğuna ortak olmaktır..
• Sokaktaki hayvana dokunmaktır
• Gönüllü sosyal sorumluklarda bulunmaktır..
• Çocuklarımıza verebileceğimiz bilinçli eğitimlerdir..
Sonuç olarak; Mutluluk;iki göğsün arasında ; hırs, kin, kıskançlık hissettiğiniz yerde, kalbinizin gümbür gümbür attığı yerde saklanıyor. Altta kalmış, sıkışmış, yukarı çıkamıyor. Sizin elinizi uzatıp onu dışarı çıkarmanızı bekliyor. Serbest kalmayı ve böylece sizeyardım edebilmeyi bekliyor Ve mutluluk; böylece heryerde olabilecektir... Sadece mutluluğa dokunalım , kendimizi serbest bırakalım ve basit bir yaşamı tercih edelim...
Songül Koşar
MUTLULUK HERYERDE
Uzun zamandır hayatımı nasıl sadeleştirebilirim ve nasıl mutlu olabilirim üzerinde düşünüyorum. Stresli bir iş temposunda çalışıyorum.Aldığım ücret ile aynı oranda harcama yapabiliyorum.
Kazanıyorum ve harcıyorum.İyi bir tüketiciyim. Nasıl yaşadığım değil nasıl harcadığımın önemli olduğu bir toplumun parçası olduğunu farkettim. Farkında olmadan sistemin bana dikte ettiği ,İhtiyacım olmayan şeyleride alma alışkanlığından dolayı mutsuz olduğumu farkettim.
Ben artık uyanıyorum ve bu kapitalist sistemin destekçisi, parçası olmak istemiyorum.
Sizce mutluluk aşağıdaki tanımlar olabilirmi;
• Pahalı otomobiller • Odalarını kullanmadığınız kocaman evler
• Hiç izlemediğiniz dev ekran televizyon
• Pahalı marka ayakkabi , çanta, saatler..
• Çoğunu kullanmadığınız yemek takımları, kadehler..
• Yılda bazen 1 hafta kullandığınız yazlık ev
• Kütüphanenizde okumadığınız için tozlanan kitaplar
• Dostluğundan faydalanamadığınız gereksiz arkadaşlar, ortamlar
İşte tam bu noktada; sizi sahip olduğunuz varlıkların envanterini çıkarmanızı davet ediyorum. Belkide ,şuanda evinizde kaç çift ayakkabınız var diye sizlere sorsam, birçoğunuz veya tamamınız cevap veremeyecektir. Bende gerçekten bilmiyorum.Şöyle bir matematik hesabı yapalım; Her yıl 4 çift ayyakkabı alsak 10 yılda 40 çift ayakkabı yapar.. Bu hesap en mütevazi hesaptır.. Ben biliyorumki biz daha çoğunu almayı çok seviyoruz.Yapılan ucuzluklarla bilinç altı körüklenen alışveriş çılgınlığı ile, al kenara koy, sonra lazım olur ve kullanırsın mantığı İle..Sınırsız kredikartı kullanığım özgürlüğü ile.. Çoğu zaman o sonra kullanırım olayı hiç olamıyor ve üzerine gelen odalar dolusu gardropta etiketi üzerinde kıyafetler tozdan eskiyor..Onunda bir raf ömür vardır, bunu unutmayalım. Ne zamanki kendi varlıklarımın listesini çıkardım, o zaman gerçeklerin farkına vardım. O zaman sahip olduklarımın BANA SAHİP OLDUĞUNU anlıyorum. Önce paramız, sonra değerlerimiz sonrada ruhumuzun tüketildiğini ve kullanıldığımızı farkediyorum.
Avucumu açıp özgür olmak istiyorum.
Maymunun yapamadığını ben yapmak istiyorum.
Örneği incelersek;
Avcılar maymuna bir tuzak hazırlıyor.Hindistan cevizini oyuyor ve içine tatlı bir yiyecek koyuyor.Ancak yarıktan el açıkken girebiliyor ve çıkabiliyor.Oysaki yiyeceği çıkarmak için eli yumruk yapmak gerekiyor.Yumruk el yarıktan çıkamıyor.Tabiki maymun yiyeceği çıkarmak içini elini yumruk yaptığı için avcıların tuzağına düşüyor ve çılgına dönüyor tabiki. Maymun arzu, açgözlülük ve bağımlığın esiri oluyor. Bağımlı olduğumuz şeylerden kurtulalım ve kendimizi serbest bırakalım.
Bana göre mutluluk ise;
• Pahalı bir çanta yerine spor salonu üyeliği bizi daha mutlu edebilir
• Ağaçların altında yürümek
• Çimlerin üzerinde uzanmak, kitap okumak, Oksjieni doyasıya içine çekmek
• Pahalı araba satın almak yerine seyahatler satın almak
• Dünyayı sırt çantası ile dolaşmak
• Farklı kültürleri yaşamak
• Bilmediğiniz ortamları keşfetmek
• Bazen mutluluk ufacık bir karavanada yaşamaktır
• İşe bisikletle gitmektir
• Sokaktaki insanlara gülümsemek ve selam vermektir
• Pahalı bir ruj yerine sinema ve tiyatroya gitmektir
• Konserlere gidip müziğin gıdasını almaktır
• Okuduğun veya raftaki tozlanan kitaplarını paylaşmaktır
• 72 Parça yemek takımı yerine 4 tabak 4 bardakla yetinmektir
• Elimizdeki eşyalarımızı yoksul ve ihtiyacı olan kişilerle paylaşıp onların mutluluğuna ortak olmaktır..
• Sokaktaki hayvana dokunmaktır
• Gönüllü sosyal sorumluklarda bulunmaktır..
• Çocuklarımıza verebileceğimiz bilinçli eğitimlerdir..
Sonuç olarak; Mutluluk;iki göğsün arasında ; hırs, kin, kıskançlık hissettiğiniz yerde, kalbinizin gümbür gümbür attığı yerde saklanıyor. Altta kalmış, sıkışmış, yukarı çıkamıyor. Sizin elinizi uzatıp onu dışarı çıkarmanızı bekliyor. Serbest kalmayı ve böylece sizeyardım edebilmeyi bekliyor Ve mutluluk; böylece heryerde olabilecektir... Sadece mutluluğa dokunalım , kendimizi serbest bırakalım ve basit bir yaşamı tercih edelim...
Songül Koşar
UMUDA YOLCULUK
19.04.2016
UMUDA YOLCULUK..
Hepimiz 2 yaşındaki Aylan Bebeği hatırlıyoruz değilmi. İç savaşın sürdüğü Suriye'den kaçak yollarla Avrupa'ya gitmeye çalışırken ailesiyle birlikte bindikleri botun alabora olması sonucu ölen 2 yaşındaki Aylan bebeğin hazin sonu..
Aylan bebeğin ölüm şekli ; ne ilk oldu nede son oldu.. Ama göç krizini tüm dramatik yönleriyle yansıtan bir simge oldu bütün dünya için... Dünyayı yasa boğan kıyıya vurmuş o fotoğraf, dünya manşetlerinde yer aldı . Fotoğraf yılın basın fotoğrafı seçildi..
Nitekim dünya onun sayesinde mülteci sorununun biraz ciddiyetini anladı. Avrupa onun sayesinde meseleyi tartışmaya, çözüm aramaya biraz başladı. Ne yazık ki pek çok ülkenin sınırları hâlâ Aylan’lara kapalı ve hâlâ Ege’de ve Akdeniz’de, yeni Aylan trajedileri yaşanıyor.
Ve ne hazindir ki Aylan büyüyüp yaşamında dünyada alkış toplayacak bir şey yaptığı için değil, henüz bebek iken Ege sularında trajik şekilde can vermesi ile bir sembol oluşturturdu...
Çağımızın kanayan yarası olan "umudu yolculuk" denen şey "ölüme yolculuk..a dönüştü.
Kah tel örgüleri aşmak isteyenler, kah ölümüne botlarla Avrupa'ya açılanlar, kah kapalı kasa kamyonlara 30-40 li balık istifli havasızlıktan ölen insanlar, kah sokakta yatanlar, kah çok az ücretle sigortasız çalıştırılanlar, kah sokakta dilendirilen ayakları çıplak bebeler, çocuklar..Suriyeli üniversiteli gençler ve dahası...
Ellerinde küçük çocuklarla anneler, hayatın yükü altında yüzü kırışmış babalar, gelinlik -damatlık hayalini kuramamış, eğitimlerini tamamlayamamış gencecik kızlar , erkekler..yaşlı genç tüm insanlar..
Savaştan kaçıp, umut dedikleri bu yolculuktan birçoğunun hayali biterken, bir çoğuda ülke ülke gezip güzel bir yaşam derdine düştüler... Bu acılı insanlar bilmedikleri bir ülkede bilmedikleri bir dilde yaşamaya çalışmaları onlar için ayrı bir zulüm oldu..
Pazarda çarşıda komşuluk ettiğimiz ama tencereleri bizim gibi kaynamayan, gökyüzüne bizim gibi bakamayan,bizim gibi kendini ifade edemeyen, bizim gibi anayurdunda olmayıp vatansızlıktan üşüyen mülteciler onlar..
Belkide hiçbirzaman anayurdundan; evinin pencerisinden izlediği güneşin doğuşunu bir daha izleyemeyecek..
Peki insanlar neden yurtlarını terketmek zorunda kalıyor, kim bu kaosun sorumlusu, sorumluları.. Tabiki Kapitalizmin yarattığı savaş...
Milyonlarca insanı; çıkarları uğruna canından etmeki evsiz barksız bırakmak, çaresiz bırakmak, doğdukları topraklarından göç etmek zorunda kalan mülteciler ölümü göze alarak umut yolculuğuna çıkıyorlar..
İnsan tacirlerinin kurbanı oluyorlar..
Bir mülteci çocuğun gözü ile balığını nasıl göç esnasında taşıdığı ile ilgili çok güzel bir kitap yazılmış. Balığı yaşatmak için kendi suyunu paylaşmış, sınırdan geçerken balığı ağzına atıp sınırdan geçirmiş..
Yeniden bir yaşam biçimi üretmemiz lazım.Tüketici toplumu oldukça bu savaş hep devam edecek, bu vahşet hep devam edecek.Onun için toplum olarak ; hem mülticilere daha insani olarak davranıp, empati ile yaklaşmamız gerekiyor, hemde türetici bir topluma yönelmemiz gerekiyor.
Birbirimizle dayanışmak ve tanımaya ihtiyacımız var. İnsanlığımızı unutmamamız gerekiyor.
Belki bir gün deniz kıyısına vurmuş Aylan Bebeğe sebep olan insan veya insanlık " barbar" olarak tüm dünyaya sergilenecek şekilde bir müze inşa edilir ve bu vesile ile tüm savaşlara lanet okunulur. Songül Kosar
UMUDA YOLCULUK..
Hepimiz 2 yaşındaki Aylan Bebeği hatırlıyoruz değilmi. İç savaşın sürdüğü Suriye'den kaçak yollarla Avrupa'ya gitmeye çalışırken ailesiyle birlikte bindikleri botun alabora olması sonucu ölen 2 yaşındaki Aylan bebeğin hazin sonu..
Aylan bebeğin ölüm şekli ; ne ilk oldu nede son oldu.. Ama göç krizini tüm dramatik yönleriyle yansıtan bir simge oldu bütün dünya için... Dünyayı yasa boğan kıyıya vurmuş o fotoğraf, dünya manşetlerinde yer aldı . Fotoğraf yılın basın fotoğrafı seçildi..
Nitekim dünya onun sayesinde mülteci sorununun biraz ciddiyetini anladı. Avrupa onun sayesinde meseleyi tartışmaya, çözüm aramaya biraz başladı. Ne yazık ki pek çok ülkenin sınırları hâlâ Aylan’lara kapalı ve hâlâ Ege’de ve Akdeniz’de, yeni Aylan trajedileri yaşanıyor.
Ve ne hazindir ki Aylan büyüyüp yaşamında dünyada alkış toplayacak bir şey yaptığı için değil, henüz bebek iken Ege sularında trajik şekilde can vermesi ile bir sembol oluşturturdu...
Çağımızın kanayan yarası olan "umudu yolculuk" denen şey "ölüme yolculuk..a dönüştü.
Kah tel örgüleri aşmak isteyenler, kah ölümüne botlarla Avrupa'ya açılanlar, kah kapalı kasa kamyonlara 30-40 li balık istifli havasızlıktan ölen insanlar, kah sokakta yatanlar, kah çok az ücretle sigortasız çalıştırılanlar, kah sokakta dilendirilen ayakları çıplak bebeler, çocuklar..Suriyeli üniversiteli gençler ve dahası...
Ellerinde küçük çocuklarla anneler, hayatın yükü altında yüzü kırışmış babalar, gelinlik -damatlık hayalini kuramamış, eğitimlerini tamamlayamamış gencecik kızlar , erkekler..yaşlı genç tüm insanlar..
Savaştan kaçıp, umut dedikleri bu yolculuktan birçoğunun hayali biterken, bir çoğuda ülke ülke gezip güzel bir yaşam derdine düştüler... Bu acılı insanlar bilmedikleri bir ülkede bilmedikleri bir dilde yaşamaya çalışmaları onlar için ayrı bir zulüm oldu..
Pazarda çarşıda komşuluk ettiğimiz ama tencereleri bizim gibi kaynamayan, gökyüzüne bizim gibi bakamayan,bizim gibi kendini ifade edemeyen, bizim gibi anayurdunda olmayıp vatansızlıktan üşüyen mülteciler onlar..
Belkide hiçbirzaman anayurdundan; evinin pencerisinden izlediği güneşin doğuşunu bir daha izleyemeyecek..
Peki insanlar neden yurtlarını terketmek zorunda kalıyor, kim bu kaosun sorumlusu, sorumluları.. Tabiki Kapitalizmin yarattığı savaş...
Milyonlarca insanı; çıkarları uğruna canından etmeki evsiz barksız bırakmak, çaresiz bırakmak, doğdukları topraklarından göç etmek zorunda kalan mülteciler ölümü göze alarak umut yolculuğuna çıkıyorlar..
İnsan tacirlerinin kurbanı oluyorlar..
Bir mülteci çocuğun gözü ile balığını nasıl göç esnasında taşıdığı ile ilgili çok güzel bir kitap yazılmış. Balığı yaşatmak için kendi suyunu paylaşmış, sınırdan geçerken balığı ağzına atıp sınırdan geçirmiş..
Yeniden bir yaşam biçimi üretmemiz lazım.Tüketici toplumu oldukça bu savaş hep devam edecek, bu vahşet hep devam edecek.Onun için toplum olarak ; hem mülticilere daha insani olarak davranıp, empati ile yaklaşmamız gerekiyor, hemde türetici bir topluma yönelmemiz gerekiyor.
Birbirimizle dayanışmak ve tanımaya ihtiyacımız var. İnsanlığımızı unutmamamız gerekiyor.
Belki bir gün deniz kıyısına vurmuş Aylan Bebeğe sebep olan insan veya insanlık " barbar" olarak tüm dünyaya sergilenecek şekilde bir müze inşa edilir ve bu vesile ile tüm savaşlara lanet okunulur. Songül Kosar
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)